Merhaba,
Bu yazıda Anthony Burgess’in kaleme aldığı ve İngilizce aslından Dost Körpe’nin çevirisi ile bize ulaşan, özgün adı “A Clockwork Orange” olan Otomatik Portakal kitabından bahsedeceğim. Uzun süredir çok popüler olan ve çevrem tarafından “mutlaka okumalısın!” gibi tavsiyeler almama rağmen ancak okuyabildiğim bu kitap hakkındaki görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Kitabı okumaya başlarken öylesine merak içindeydim ki; “Karşıma neler çıkacak, ana karakterin ismi nedir, gerçekten anlatılanlar kadar sürükleyici bir kitap mı?” gibi birçok soru kafamda yankılanırken bir çırpıda kitabı okumaya başladım ve kendimi “Mütevazı anlatıcım, küçük kankam, Alex” ile bir serüvene atılmış halde buldum.
Daha ilk sayfalardan itibaren neler olduğuna inanamadığım ve bu kadar şiddet içerikleri ile dolu bir kitabın neden yazıldığını sorgulamaya başladığımı belirtmek istiyorum. Eğer siz de kitaba başladıysanız ve benim gibi düşünüp bıraktıysanız devam etmelisiniz! Bence kitabın tam olarak anlatmaya çalıştığı şey de bu. Alex, öyle şeyler yaşıyor ki… Yalan, şiddet, madde bağımlılığı, hırsızlık, cinayet, tecavüz… Tüm bunlar onun, Alex’in, hayatının bir parçası olmuş. Alex, tüm bunlardan öylesine zevk alıyor ve o kadar çok mutlu ki, bu çarpıcı gerçekleri kabul etmek adına kendinizle (normal bir vatandaş olarak) savaş veriyorsunuz. Evet, bunlar çok rahatsız edici ve toplum tarafından onaylanmayan davranışlar ama Alex, böyle birisi.
Kitap boyunca yetiştirildiği ailesi tarafından beklendik davranışları sergilemesi istenen Alex ile gece olunca evden işe gidiyorum diye çıkıp, aslında özünde ve hedeflerinde olmak istediği insana dönüşen Alex arasındaki uçurumu gözlemliyoruz ve evet Alex özünü buluyor. Okurkan gerçek Alex’in hayatını görüyoruz. Gece ortaya çıkan Alex, ne yazık ki pek masum bir karakter olmuyor. Bu iki karakter arasındaki savaş ile bize çok derin mesajlar vermeye başlayan yazar, daha biz neyin ne olduğu anlamadan olayları öyle bir noktaya getiriyor ki, her şey olup bittiğinde büyük resmi görebiliyoruz hakikaten!
(Hikayeye ilişkin detay vermek istemiyorum. Zaten çok kısa ve her sözcük çarpıcı. Bu nedenle bu maceraya kendiniz atılıp hissetmelisiniz!)
“İyi ve kötü” kavramlarını bize her saniye sorgulatan bu kitabın kaleme alınış şekli hakkında konuşmam gerekirse pek alışıldık olduğunu söyleyemem. Alex’in anlamını dahi bize Eski Yunanca’da “Kanunsuz” olarak ifade eden yazarın ayrıntıcı tarzı ve yine Alex’in karakteristik özelliklerine baktığımızda klasik müzik sevmesi, Beethoven 9. Senfoni ile yatıp kalkması gibi gariplikler olduğunu söyleyebiliriz. Yazar sık sık argo kelimelere yer vermiştir. Bir kişinin kötü olması onun sanattan ve zevkten yoksun olmasını göstermez demek isteyen yazar ‘’Tanrı ne ister? Tanrı iyilik mi ister yoksa iyi olma seçeneğini mi? Kötülüğü seçen bir insan, kendisine iyilik dayatılmış bir insandan bazı açılardan daha üstün olabilir mi?’ gibi hipotezler ile bize bir iç sorgu yaşatmayı sürdürmektedir.
Alex ve arkadaşlarının yaşadığı liderlik yarışı, Alex’in hayattan daima alınacak bir ders vardır mantığında bir bakış açısı geliştirmesine sebep olurken öte yandan yaşı ilerledikçe içindeki hevesin kaçması ve istemeyerek bile olsa normal insanlara özen duyması bizim (sosyal bir varlık olarak insanın) toplumdan ayrılamaz bir parça olduğumuzu göstermektedir. Kitap boyunca geçen Alex’i kurtarmak, onu iyi bir insan olarak baştan yaratmak gibi deneyler ve fikirler ışığında bize dayatılan olguların sorgulanması sağlanmaktadır. (Bu gerçekten gerekli mi? Herkes iyi olmak zorunda mı?)
Modern zamanların “standartlaştırılmış” insanlarına eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşan yazar bize her zaman bir seçim hakkımız olduğunu hatırlatarak bunun yaptığımız seçimlere göre toplumsal yaşamda illa sonuçları olması gerekmediğinin altını çizmektedir.
Kitaba ek olarak 1971 yapımı Stanley Kubrick imzasını taşıyan ve kitapla aynı ismi alan bir film mevcuttur. Film, kitaba nazaran daha az olay içerse de kitabın en vurucu sahnelerini göstermektedir. Zihnimizde canlanan olayları muhteşem bir görsellik ile sunan filmi de -tabii ki kitabın ardından- izlemenizi tavsiye ederim.
Sevgiler.
Rumeysa Çapuk